HAMD VE ŞÜKÜR
Sözlükte “iyilik, güzellik, üstünlük ve övme” manasında kullanılan hamd; terim olarak, bütün övme türlerini içerip sevgi ve tazimle Allah’a yönelen övgü ve şükür anlamında kullanılır. Sözlükte “yapılan iyiliği bilmek, iyilik edeni iyiliğiyle övmek, minnettarlık” anlamındaki şükür; terim olarak, “Allah’tan veya insanlardan gelen nimet ve iyilikten dolayı minnettarlığını ifade etme” şeklinde tanımlanmıştır.
Hamd; şükür, övgü ve senadan daha zengin ve kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Hamd ile hem iyilikler, hem de güzel nitelikler övülür; şükür veya teşekkür ile sadece iyiliklere karşı gösterilen minnettarlık anlatılır. Kuran’ın birinci suresi olan Fatiha suresinin “el-hamdü lillâhi” cümlesiyle başlaması dikkat çekicidir. Bu ifade Kuran’da yirmi üç yerde geçmektedir. Kuran-ı Kerîm, Allah’ın zatını niteleyen Fatiha suresiyle başlayıp yine O’nu niteleyen Nas suresiyle sona ermektedir. Bu iki sure arasında kâinatın yaratıcısı ve yöneticisinin tanıtılması, yüceltilmesi anlamına gelen nitelemeler binlerce defa tekrarlanmaktadır. Her hamd aynı zamanda bir şükürdür; ama her şükür, bir hamd değildir.
Zikir, şükür ve dolayısıyla dua unsurlarını ihtiva eden hamd; tıpkı besmele gibi Müslümanların hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Her gün kılınan beş vakit namazda kırk defa tekrarlanan Fatiha suresi hamd ile başladığı gibi ilk ayeti de besmeleyi içermektedir. Namazın içerisinde ve namazın sonundaki tesbih ve tekbirlerde çok sayıda hamd kavramı tekrarlanmaktadır.
Kuran-ı Kerim’de şükür kelimesinin çoğunda Allah’ın nimetleri ve ihsanlarından söz edilmekte, dolayısıyla insanların Allah’a şükretmesi gerektiği bildirilmektedir. Şükredenlere verilecek mükâfatlar da anlatılmaktadır. Neml suresi 40’ıncı ayetinde, Hz. Süleyman’ın dilinden, “Şükreden ancak kendi iyiliği için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur; O, büyük kerem sahibidir” buyrulmaktadır. Fahreddin Er-Razi’ye göre bu ayette şükrün faydasının, Allah’a değil, kula yönelik olduğu ifade edilmektedir. Zira kul şükrederek Allah’a olan minnet borcunu ödemiş olur.
Gazali’ye göre; kişiyi itaate ve hayırlı işlere yönelten şükür, sabırdan daha üstündür ve böyle bir şükür, sabrı da içerir. Sabreden bir fakir, malını faydasız işlerde harcayan bir zenginden daha üstündür.
Kullarına karşı sonsuz ikram sahibi Yüce Allah, hamd edilmeye en layık olandır. Çünkü sayısız nimeti, hem de karşılık beklemeden veren O’dur. Ayrıca bu lütuf ve ihsanları devamlı olup, ardı arkası hiç kesilmez. Bu yüzden Kuran’da 75 ayette “hamd”; yaklaşık aynı sayıda da “şükür” kavramları ve türevleri vardır. Fatiha’dan başka Kuran’daki dört sure (Enam, Kehf, Sebe, Fâtır) aynı şekilde “Elhamdülillah…” sözleriyle başlamaktadır. Şükürden kopan bir insanın, kulluk bilincini de yitirmesi kaçınılmazdır. İblisin, insanları şükürden uzaklaştırma gayretinde olduğu ayet-i kerimede şöyle belirtilir: “…Onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın.” (Araf 16-17)
Allah’a hamd etmek, sadece insana özgü bir kulluk görevi değildir. Kuran-ı Kerim, tüm varlıkların Allah’ı hamd ile tesbih ettiklerini belirtilir. (bk. İsrâ 44, Râd 15, Nahl 41, Hadid 1)
Hamid ve Şekûr, “esma-ül hüsnâ” dediğimiz Allah’ın güzel isimlerindendir. Hamid, “çokça hamd edilen; Şekûr ise, şükrün karşılığını bol veren” anlamına gelir. Allah elçisinin meşhur isimleri de; Ahmed, Muhammed ve Mahmud’dur. (Bk. Saff 6, Âli İmran 44, İsrâ 79) Her üç isim de “hamd” kelimesinden türemiştir ve “çok öven ve çokça övülen” anlamlarına gelmektedir. Bu kadar hikmetli bir düzenlemeyi, tesadüfle izah etmek imkânı olabilir mi? Yeryüzünde yaşamış hangi insan, onun kadar gönüllerde taht kurmakta, adı anıldığında salavat getirilerek saygıyla övülmekte ve milyonların ziyaretine mazhar olabilmektedir?
İsmiyle tam bir uyum içinde hayatını yaşayarak ümmetine en güzel örnek sunan Peygamberimiz, geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Hz. Ayşe kendisine: “Ey Allah’ın Peygamberi! Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlamıştır; ibadet için neden bu kadar yoruluyorsun?” deyince: “Ey Ayşe! Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” diye cevap vermişti.
Bir mümin; kulluk vazifelerini elinden geldiğince eda ettiğini düşünse dahi, nail olduğu nimetlerin şükrünü tam manasıyla ifa ettiğini asla iddia edemez. Bize bir bardak su verene, teşekkür etmezsek, ayıp olur diye düşünürüz. Ya suyu, muhteşem atmosfer filtrelerinde arıtıp berrak, tatlı ve tertemiz şekilde bize ikram eden Rabbimize şükretmezsek? Bir Allah dostu; “Bir nefeste iki nimet vardır; birincisi nefesi alabilmek, ikincisi aldığı nefesi verebilmek. Bunun için her nefese iki şükür lâzımdır” der. Yine salih kullar, daima güzel amellerle meşgul oldukları hâlde, devamlı istiğfar ederler ve şöyle derler: “Her varlığın şükrettiği Allah’ım! Sana
hakkıyla şükredemedik.”
Her durumda şükretmeyi bilmeliyiz. Hatta öyle ki haksızlık ve vefasızlığa uğradığımız zaman bile şükretmeliyiz. “Rabbim! Haksızlığa uğradım ama haksızlık etmedim! Zulme uğradım ama zulmetmedim! Vefasızlık gördüm ama vefasızlık etmedim! Kandırıldım ama kandırmadım!” diyebilmek de insan için şükür sebebidir. Şükretmeyi bilen insan en zor durumları bile hayra yorar ve olumlu düşünmeye çalışır. “Ben elimden geleni yaptım her şeyde bir hayır vardır” diyebilir. Oysa şükretmeyi bilmeyen ve nankörlük eden insan, her şeyi kötüye yorma ve her şeyden olumsuz sonuçlar çıkarma hatasına düşer. Olumlu düşünce insanı şükür sahibi kılar; olumsuz düşünce ise nankör, şikâyetçi ve isyankâr yapar.
Bütün ömrünüzü şükrederek geçirmiş olsanız dahi, aldığınız bir dakikalık nefesin bile şükrünü ödeyemezsiniz. O nedenle kendinize dönün ve sahip olduğunuz imkânları görmeye çalışın. Eğer sıcak yuvaya ve sizi sevgi ile sarmalayan bir aileye sahipseniz; nefes alıp veriyor ve hayatla bağınızı sürdürebiliyorsanız zenginsiniz demektir. Avuçlarınızı açıp duaya durun ve şükredin. Şükür insanı Allah’a yakınlaştırır ve kişinin dünya ile ilişkilerini istikrarlı hale getirir. O nedenle sahip olamadığımız şeylere değil, sahip olduklarımıza odaklanıp şükrü artırmalıyız. Uzmanlar, şükretmenin ruh sağlığımıza katkılarını anlatıyor ve bunun kazanımlarına vurgu
yapıyorlar. Şükretmek, kişiyi kendine acımaktan uzaklaştırır ve haset etmekten de kurtarır.
İslâm âlimleri şükrü şöyle tarif etmişlerdir: Şükür, her nimetin Allah’tan geldiğini bilip dil ile de hamd etmektir. Allah’ın emirlerini yapıp yasak ettiklerinden sakınmak, şükretmek olur. İnsanların hidayeti için çalışmak, onları irşat etmek de şükür sayılır. Şükür, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde kullanmak, günahlardan kaçınmaktır. İnsan, Allah’ın verdiği nimetlerle günah işlerse, büyük nankörlük etmiş olur.
Muhammed Esad Erbilî Hazretleri şükrü şöyle tarif eder: “Şükür, sadece lâfzen; “Ya Rabbi, sana şükürler olsun” demek değildir. Bilâkis Allah’ın kendisine lütfettiği nimetlerin hepsini yaratılış maksadına uygun olarak kullanmaktır.”
Cennet ehlinin, altı yerde Allah’a hamd edeceği nakledilir: Kâfirlerden ayrılınca, Sıratı geçtiklerinde, cennetin kapısına yaklaşıp cennete baktıkları zaman, cennete girip melekler onları selâm ile karşıladığı zaman ve her yemekten sonra Allah’a hamd ederler. (Bk. Müminûn 28, Fâtır 34-35, Araf 43, Sebe 1)
Ölüm karşısında hamd edebilmek, çok zor ulaşılacak bir makam olduğundan, karşılığı cennette güzel bir köşktür. Aslına bakılırsa, belâlar karşısında kişi hamd etmeyip başka şeyler yapsa da, başa gelen durum değişmeyecek ve ölen kişi de geri gelmeyecektir. O hâlde mümin, belâlar karşısında sabır ve hamde sarılarak, dünyevî kaybını ebedî kazanca çevirmeye gayret etmelidir. Eğer hasta; ziyaretçiler geldiğinde Allah’a hamd ü sena ediyorsa, melekler bunu; her şeyi en iyi bilen Allah’a ulaştırırlar.
Şükür; nimeti değil, nimeti vereni görmektir. Nimeti vereni bilip gereğiyle amel etmektir. Bu amel; kalp, dil ve diğer azalarla olur. Kalp, iyiliğe niyet eder; dil, hamd eder ve şükrünü açıklar. Diğer azalarla şükür ise, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetleri yerli yerinde kullanmakla olur. Mesela gözün şükrü, başkalarının kusurunu görmemek; kulağın şükrü, söylenen ayıpları duymamış olmaktır.
Her şükür, aynı zamanda bir hamddir. Ancak her hamd, bir şükürden çok daha fazlasıdır. Hamd, bize ve bütün mahlûkata yapılan ikram ve izzetleri Allah’a takdim etmektir. Şükür ise, daha hususi olarak bize yapılan ikramlara karşılık gelir. Bu nedenle şükür kelimesi, hamdin yerini tutamaz. Hamd daha geniş kapsamlıdır.
Şükür Secdesi Nedir ve Nasıl Yapılır?
Bir nimete kavuşan veya bir sıkıntıdan kurtulan Müslümanın, şükrünü yerine getirmek maksadıyla Allah rızası için yaptığı secdeye “şükür secdesi” denir. Hz. Peygamberin (s.a.s.) bir şeye sevindiğinde veya sevindirici bir haberle müjdelendiğinde Allah’a şükretmek için secde ettiği rivayet edilmiştir. (Ebu Davud, İbn Mâce) Bu secdelerin abdestli olarak yapılacağı konusunda bir hadis bulunmamaktadır. Bazı fıkıh âlimleri namaza kıyas ederek, abdesti gerekli görmüşlerdir.
Kıbleye dönerek tekbir alıp secdeye varılır, secdede iken tesbihatta bulunduktan sonra Allah’a hamd ve şükür edilip yine tekbir alarak ayağa kalkılır.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi, Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Dr. Zafer Koç–Hamd Sanadır Allah’ım, Osman Nuri Topbaş-Hamd ve Şükür, Doç. Emre Dorman-En Güzel Teşekkür Şükür, Fatma Tuncer-Şükretmek Sizi Allah’a Yaklaştırır, Din İşleri Yüksek Kurulu)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni